20 Kasım yaklaşırken bazılarımızın aklına hiçbir şey gelmiyorken bazılarımızın da çok iyi bildiği 20 Kasım; Dünya Çocuk Hakları Günü’dür. Bu konu hakkında yazı hazırlama teklifi geldiğinde; kendimi “Çocuk Hakları nerede? Göremiyorum nerede?” şarkısını söylerken buldum. Sonra düşündüm o kadar anlamlı ki! Geçmişe ve günümüze baktığımızda; ‘geleceğimiz olan çocukların’ haklarını korumayı bir kenara bırakalım, hakları nelerdir biliyor muyuz? Bazılarımız için hiçbir şey ifade etmiyor derken sitemli bir söylemdi aslında. Herkesin ebeveyn adayı olma ihtimali varken en basitinden hepimiz çocuk olmuşken nasıl olur da bu hakları bilmiyor olabiliriz?
Sitemli giriş cümlelerimden sonra kısaca bu günün anlamına ve tarihçesine bakalım isterim. Çocuk Hakları hukuken ve ahlaki olarak tüm dünya çocuklarını kapsayan ve doğumdan itibaren sahip olduğumuz haklardır. Yakın tarihte bunun üzerine düşünen ve harekete geçen birçok ülke ve kişi var aslında. 20. yüzyılın başında, yetişkinlerden farklı haklara sahip olmaları gerektiği konusunda konuşulmaya başlanmış. İlk olarak Leh eğitimci Janusz Korczak, kitabında çocuk haklarından bahsediyor fakat etkili ve hayata geçecek adım 1923 yılında Eglantyne Jebb tarafından atılıyor. Çocuk Haklarını savunma için taslak hazırlayıp Milletler Cemiyeti’ne sunuyor. Cenevre Çocuk Bildirisi yayınlanıyor. 20 kasım 1959 tarihinde de Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Bildirisi olarak güncelleniyor. 20 kasım 1989’da ise daha geniş kapsamlı olarak Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme olarak değişiyor. BM üyesi olan Amerika Birleşik Devletleri ve Somali hariç 193 ülke tarafından kabul ediliyor.
O halde bu hakların içeriğinde neler var? Nelere sahip(!) çocuklarımız bir bakalım. İlk olarak yadsınamaz bir gerçek olan YAŞAMA HAKKI. Özgür olmalarının, özgürlüklerinin vücut bulması yaşama hakkını ifade eder. Yaşam; ilk ve önemli özgürlük ve haktır. Tabii ki ilk ve önemli özgürlük ve haktır ama şöyle bir etrafımıza baktığımızda, çok uzağa gitmeye gerek yok, o kadar çok çocuk yaşama hakkından mahrum bırakılıyor ki… Evet bırakılıyor ne yazık ki! Onların haklarını korumak ve onlara bu imkanları sağlamak biz yetişkinlerin elinde. Bizim haklarımız çocukların ellerinde olsaydı inanıyorum ki bizi çok güzel korurlardı. Korumak demişken diğer haklardan biri de İSTİSMAR; fiziksel, psikolojik ve cinsel istismara karşı koruma hakkı. Bunu yazarken Vietnam Savaşı’nda ölen, Irak’ta istismar edilen, kendi ülkemizde şiddet gören çocuklar kulağıma bağırdılar. İnanın bu satırları ağlayarak ve kendimi sorumlu hissederek yazıyorum. Etrafınızdaki çocuklara bakarken “ayy kenardan yürü hırsız olmasın, off ne pis bu da” gibi cümleleri kurmadan önce bir düşünün, bu durumda benim payım var mı? Tüm dünya çocukları için bir tek siz etkili olamazsınız belki ama o çocuk için çok şey yapabilirsiniz. ‘ ya aman sen de ne duyar kastın, almışsın eline kalemi yazması kolay tabiİ’ diyecek olanları tahmin ediyorum. Ben; beni anlayan ve hisseden kişilere sesleniyorum. Ve eminim gözlerinde bir çok manzara canlandı bile.
Klinikte karşıma 42 yaşında, 28 yaşında, 11 yaşında, 57 yaşında hakları korunmamış o kadar çocuk oturdu ki. Onları dinleyip hikayelerine eşlik edip o zamanlardaki yaraları iyileştirmeye çalışırken diyorum ki işte bu çocuğun hakları gözetilmemiş, şimdi bu hak verilse ne değişebilir ki. 57 yaşında ama “Eğitim Hakkı” verilmemiş. Evet eğitim hakkı; ne büyük kanayan yaramız değil mi?, hala! Bahaneler veya gerçek sebepler arkasında ne olursa olsun her çocuğun ayırt edilmeden eğitim hakkı vardır. Bunun içine “Eşitlik Hakkı” da ekleyelim. Çünkü bizim topraklarda kız çocuklarına eşitlik sağlanmadığı için eğitim hakkından daha çok mahrum bırakılıyor. Fakat çok yakın tanıdığım 58 yaşında bir kişinin anısını anlatayım. Pantolonu yamalı diye, babası kız lastiği aldığı için, arkadaşları güldüğü için bildiği halde tahtaya soru çözmeye kalkmazmış. Kardeşleri bu haktan mahrum kalmasın diye 11 yaşındaki çocuk okulu istemeyerek de olsa bırakmış ve çalışmaya başlamış. Bir erkek kardeşinin öğretmen diğer erkek kardeşinin de satış müdürü olmasını sağlamış. İkisini de hem dershaneye göndermiş hem de sıcak bir yuva sağlamış. Kardeşleri de ona olan teşekkürü, ağabeyleri kanser olduğunda onu yalnız bırakarak, küçük yaştaki çocuklarıyla ilgilenmeyerek, vermişler. Verdiğimiz her örnek iyi olacak veya sağladığımız her hak bize iyi dönecek diye bir durum yok maalesef. Bu da bunun en güzel örneği olduğu için paylaşmak istedim. Fakat neye odaklandığımız önemli; 58 yaşında vefat eden kardeşlerine baba olup her hakkı veren adama mı yoksa bunun karşılığında “psikolojik istismar” yapan kardeşlere mi? Karar sizin.
Konuyu dağıtmadan diğer hakkımız(!) olan “Düşünce Özgürlüğü Hakkı”. ‘bu kolay, her çocuk istediğini söylüyor sonuçta’ dediğinizi de düşünmek isteyerek devam ediyorum. Bunu okuduğunuzda hemen ilk gördüğünüz çocuğa sorun bakalım: ‘her istediğini ve düşündüğünü olduğu gibi söyleyebiliyor musun?’ diye. Ben denedim ve aldığım orana göre 10 çocuktan sadece 1 tanesi ‘ yani, işte söylerim’ dedi. Bunun içinde bile ‘annem-babam izin verirse yani’ var, ‘öğretmenim kızar ama’ var, ‘arkadaşım yanlış anlar’ var. Hepsinde korku var. Neden, niçin korkuyorlar? Bu soruyu siz cevaplayın.
Ben bu hakkı 3 yaşımdan beri özgürce kullanıyorum. Annem marketteyken eve alacağı deterjanı göstererek ‘sence mavi olanı mı daha güzel pembe olanı mı? Çamaşırların nasıl koksun istersin?’ demişti. O anki duygumu o kadar net hatırlıyorum ki. İçimde coşkulu bir bayram kutlaması olmuştu. ‘Annem beni çok seviyor, baksana bana sordu’ dediğimi hatırlıyorum. Ve benim seçtiğimi almıştı. Sadece bizimle ilgili olan değil bize (kardeşim ve bana) temas eden her konuda fikrimizi alırlardı. Bugün bunları böyle pervasız ( belki de en doğru kelime olacak) yazabiliyorsam bu sebeptendir diye geliyor bana. “Anne, Baba! İyi ki varsınız. Çocukluğum size minnettar.”
Yaklaşık 10 dakikalık ağlama arasından sonra geldim. Bu arada fark ediliyor mu bilmiyorum ama okuyan herkes karşımda ve fiziken de ne yaptığımı görüyor gibi anlatıyorum. Bu hoşuma gitti.
Son zamanlarda binalaşmanın da artması hasebiyle temiz çevre oldukça azaldı. Etrafta tozlar, sigara içenlerin dumanları, yerlere atılan izmaritler, çöpler, ağaçların kesilmesi, insanların kabalaşması, yozlaşması… Temiz çevre deyince bir anda etrafta ‘gerçek bir temizliğe’ geçti kalemim. Çocukların tazecik, minicik ciğerleri, organları en başta gözleri bunlara maruz kalmamalı. Ben çocuklar her inşaat dumanı içinden geçerken diyorum ki ‘ah be çocuk! Sen de mis gibi çam kokan bir yerden yürümek isterdin elbette, özür dilerim.’ Sonra hemen arkasından uzun süreli belleğimin kapıları açılıyor, temporal lobuma sinyal gidiyor, amygdala duygularla süsleyerek beni, Trabzon’da Kavaklık adında bir yere hop diye bırakıyor ve arkasına bile bakmıyor. Bir bakıyorum mis gibi hava, babam bana salıncak yapmış annemle sohbet ediyor, kuş seslerini dinliyorum, akan derenin berraklığı sesinden bile anlaşılıyor. Sonra ‘Düüüüüüüt’ korna sesi. Hemen temporal kendini toparlıyor ve beni İstanbul’un içine, tekrar gerçeğe uyandırıyor. Ve diyorum ki şimdiki çocuklar da bunu hakkediyor. Üzülerek yürümeye devam ediyorum.
Bu yazıyı yazarken haklarımın biri hariç hepsine sahip olduğumu fark ettim. Eşitlik hakkım yok benim dedim ya. Zaten yazarken de araya karışmış. Bu rastlantı olan bir durum değil. İnsan yoksun olduğu bir şeyi nasıl anlatır ki. Umuyorum ve diliyorum ki ebeveyn olanlar veya olacak adaylar çocuklarımıza bu hakların hepsini layıkıyla verir. Verir ki onlar da diğer nesillere aktarsınlar.
Yazımda yarım kalan yerler, yanlış olan yerler varsa tesadüf değildir. Ya siz tamamlayın diye ya da yarım kalması gerektiği ve öyle olduğu içindir. Başka bir zaman diliminde görüşmek üzere.
Psikolog Şeyma Aydın