Transhümanizm, insanlığın geleceği için bir tehdit mi, yoksa bir fırsat mı?
Transhümanizm terimi ilk kez, İngiliz biyolog ve filozof Julian Huxley tarafından 1957’de yayınlanan aynı adlı makalesiyle gündeme geldi.
Meşhur Cesur Yeni Dünya kitabının yazarı Aldous Huxley’in erkek kardeşi Julian Huxley, bu ünlü makalesinde, insan doğasının sayısız sınırlılıkları ve zayıflıklarına işaret ederek, insanın en üst düzeyde mükemmelliğe ulaşmasını sağlayacak tüm olası önlemlerin araştırılması ve kullanılması gerektiğini ifade etti.
O günden bugüne küresel alanda önemli tartışma konularından biri haline geldi. Bilim ve teknolojideki gelişmeler, yapay zeka; bu tartışmaların hararetini körükledi.
İnsanın bir üst versiyonu, bir tür Süpermenlik, diyebileceğimiz Transhümanizm; insanın hem bilişsel hem fiziksel yeteneklerinin bilim ve teknolojiden yararlanarak artırılmasını, bunun sonucunda yaşlanmanın durdurulmasını, hastalıkların önlenmesini, muazzam bir bellek ve zihinsel yeteneğe sahip olmasını öne süren felsefi, entelektüel bir akım.
Transhümanistler açısından “insanoğlunun en cüretkar, cesur, yaratıcı ve idealist amaçlarını temsil eden bir hareket” şeklinde tanımlanan transhümanizm, karşıtları açısından “dünyanın en tehlikeli fikri”dir.
Gerçek olan şey şu ki, evrimini tamamladığı düşünülen insanlık, yavaş yavaş teknolojiyle melezleşerek başka bir evrim senaryosu içinde ilerliyor, dönüşüyor.
Fütürist bir romanın teması gibi duran; insan ırkının, özellikle bilim ve teknoloji aracılığıyla, mevcut fiziksel ve zihinsel sınırlamalarının ötesine geçebileceği teorisi, 1998’de kurulan Dünya Transhümanist Derneği (WTA) ile araştırmacıları, fütüristleri bir çatı altında topladı. WTA, ilerlemek için teknolojinin güvenli ve etik kullanımını savunan, daha çok disiplini kapsayan ve tutarlı bir transhümanizm vizyonunu yansıtmak için 2008’de kendisini Humanity+ olarak yeniden adlandırdı.
Humanity+, resmi web sitesinde amacını “insanların iyiden daha iyi olmasını istiyoruz” ifadesi ile açıklıyor. “Değişimi etkilemeyi amaçlıyoruz. Geleceğe doğru kendi dönüştürücü yolculuğunuzda yönünüzü bulmanız için sizi araçlar, kaynaklar ve zihniyetle donatacak bilgiye sahibiz. 30 yılı aşkın bir süredir, bir dünya görüşü ve hareketi olarak Transhümanizm, yaşamı uzatan, hastalıkları iyileştiren ve yaşlanmanın olumsuz etkilerini yavaşlatan ve tersine çeviren bilimler, teknolojiler hakkında bilgi edinmek için bir bilgi tabanı ve eğitim programları geliştirdik.
Tıp, her geçen gün bizi ‘iyiden daha iyi’ hale getirmenin başka bir yolunu ortaya koyuyor. İyiden daha iyi olmayı hedeflemenin özünde yanlış olan hiçbir şey yok.”
İster karşı olun, ister taraftar, bu süreç ilerliyor. 1996 yılında Dolly adı verilen bir koyun ile ilk “klonlama” gerçekleştirildi. Hemen ertesi yıl, ünlü satranç ustası Garry Kasparov, bir süper bilgisayara yenildi. Kök hücre nakli, tüp bebek, yapay organ ve protezler gibi tıp alanı hız kesmeden gelişti, gelişiyor.
Bugün yasalar henüz el vermediği için insan klonlanmaya başlanmamış olsa bile dünyanın birçok saygın üniversitesi bünyesinde hayvanlar üzerinde deneyler yapılarak insan organı “üretme” çalışmaları sürdürülüyor. Organ nakli konusunda da büyük gelişmeler elde ediliyor ve bu yolla birçok insan uzun yıllar hayatta kalabiliyor.
Dünyanın pek çok yerinde insan ömrünü uzatmak üzerine araştırmalar yapılıyor ve bu araştırmalar; bu gün için 75-80 yıl olan insan ömrünün 130-180 yıllık bir üst sınıra çekilebileceğini öne sürüyor.
20. yüzyılın sonlarında ve 21. yüzyılın başlarında transhümanist fikirler teoriden gerçeğe dönüştükçe, etik kaygılar transhümanist felsefede giderek daha fazla merkezi bir rol üstlendi.
Transhümanist teknolojinin daha büyük sosyal eşitsizlikler yaratacağına dair endişeler, en çok dile getirilen eleştiriler arasında yer alıyor. 2004 yılında Foreign Policy dergisinde yayınlanan bir makalede, Amerikalı siyaset teorisyeni Francis Fukuyama, transhümanizmi “dünyanın en tehlikeli fikri” olarak nitelendirdi ve biyoteknolojinin sunduklarının insan hakları açısından “korkunç bir manevi bedeli” olabileceği uyarısında bulundu. Fukuyama, ülkeler arasındaki büyük ekonomik eşitsizliklerin, “gelişmiş dünya” bireylerinin “geride kalanlar” üzerinde üstün haklar talep etmesini daha fazla teşvik edebileceğine işaret etti.
Amerikalı fütürist ve bilgisayar bilimcisi Ray Kurzweil, The Age of Spiritual Machines’de (1999), makinelerin yalnızca insan zekasını geçmekle kalmayıp aynı zamanda özgür irade geliştireceğini, duygusal ve ruhsal deneyimler yaşayacağını öne sürdü. Kurzweil, 2005 yılında The Singularity Is Near’da yayınlanan makalesinde ise insan zekasının yapay zeka ile birleşeceği ve tüm hastalıkların, yaşlanmanın, sosyal rahatsızlıkların ve ölümün tersine çevrileceğini ifade ederek teoriyi genişletti. Kurzweil, yapay zeka ve insan bütünleşmesine 2045 yılına kadar ulaşılacağını öne sürdü.
Siyaset bilimci Klaus-Gerd Giesen’e göre, transhümanizm “dördüncü sanayi devriminin baskın ideolojisi”.
Google, Apple, Facebook, Amazon ve Microsoft hep birlikte “dördüncü sanayi devrimi”nin itici gücünü oluşturuyor. Giesen, “Silikon Vadisi seçkinleri aynı zamanda transhümanist ideolojiyi destekliyor” diyor.
Transhümanist felsefenin kurucularından ve Transhümanist Manifesto’nun (1983) yazarı Natasha Vita-More’a göre; “Transhümanizm, evrimsel dönüşüm içindir ve biyolojik insan, insan için evrimin son aşaması değildir.”
Transhümanistler için insan evrimindeki bir sonraki adım, post-human, “insan sonrası”dır. “Post-human”, Transhümanistler tarafından mevcut insanlık durumunun sonraki aşamasını belirtmek için yaygın olarak kullanılan bir terimdir. Bu kavramsallaştırma nedeniyle, Transhümanizm genellikle Post-hümanizm ile karıştırılır. Tanımları konusunda bilim adamları arasında tam bir fikir birliği bulunmamakla birlikte, Transhümanizm ile Posthümanizm arasındaki temel fark, Hümanizm’e yaklaşımlarıdır. Posthümanizm, Hümanizmin insanmerkezciliğini katı bir şekilde eleştiren postmodern bir düşünce okuluyken, Transhümanizm kendisini hümanist düşüncenin felsefi halefi olarak ilan eder.
Önde gelen bir transhümanist akademisyen olan Max More, “Transhümanistler, bilim ve teknolojiyi eleştirel ve yaratıcı düşünceyle birleştirerek insanın sınırlarını zorlayarak Hümanizmi daha da ileriye taşıyor” diyor. More, Transhümanizmin, akla ve bilime saygı, ilerlemeye bağlılık ve insana değer verme gibi aydınlanma değerlerini benimsediğini söylüyor.
2004 yılında kurulan ve başkanlığını önde gelen demokratik transhümanist James Hughes’un yaptığı Etik ve Gelişen Teknolojiler Enstitüsü, yeni teknolojilerin güvenliğini ve eşit dağıtımını sağlamak için çalışıyor. Hughes, “teknolojiler toplumu daha eşit veya hoşgörülü yapmaz, ancak daha eşit ve hoşgörülü olmak için teknolojileri kullanabiliriz” diyor.
Transhümanistler haklıysa ve insanlar birkaç yüz yaşına kadar yaşayabilecekse, güzellik anlayışımız ve insan olmanın anlamı dramatik bir şekilde değişecek gibi görünüyor.